Benim Mekanım Etkinliği



 İçeri girdiğimde, hemen ağır ve bayat bir hava beni karşıladı. Pencereler açık olmasına rağmen, odadaki durgunluk hiç değişmemiş gibiydi. Perdeler hafifçe hareket ediyor, güneş ışıkları içeri sızıyordu ama oda hâlâ kararmış, kasvetli bir hava taşıyordu. Adımlarımı dikkatlice atarak ilerledim. Her şey yerli yerindeydi ama aynı zamanda eskimiş ve yorgun bir hava vardı.

Odanın köşesinde, eski bir divan vardı. Üzerindeki yastıklar solmuş, örtüler düzensizce bırakılmıştı. Masanın üstünde ilaç şişeleri, bir bardak su ve buruşturulmuş kâğıtlar vardı. Odaya zamanın ne kadar ağır geçtiği, her şeyin birbirine karıştığı izlenimini veriyordu.

Pencerenin yanındaki eski sandalyeye dokundum. Üzerindeki battaniye hâlâ birinin oturduğu sıcağını taşıyor gibiydi. Belki de hasta, buraya oturup dışarıyı seyrederdi. O an, pencerenin dışına baktım. Aşağıda çocuklar koşuyor, bir satıcının sesi uzaklardan duyuluyordu. Dışarısı canlıydı, ama burası... burası sessizliğin içindeydi.

Duvarlarda solmuş çerçeveler vardı. Bir zamanlar burada kahkahalar ve sohbetler yankılanmış gibi geliyordu ama şimdi odada yalnızca bir hüzün vardı. Zaman burada durmuş gibiydi ve ben de bu durgunluğun içinde kaybolmuş hissettim.

Bir adım daha attım ve tahtaların hafifçe gıcırdadığını duydum. Bu ses, odanın sessizliğini bir anlık bozdu ama hemen ardından her şey tekrar eskisi gibi sessizleşti. İçimde garip bir his vardı; sanki bu oda, geçmişin izlerini taşıyan bir zaman kapsülüydü.

Masaya yaklaştım ve ilaç şişelerine göz attım. Kim bilir kaç kez bu şişeler açılmış, kaç defa bir umutla ilaç alınmıştı? Yanındaki bardakta hâlâ su vardı, ama bayatlamıştı. Masanın kenarına iliştirilmiş birkaç buruşturulmuş kâğıt dikkatimi çekti. Eğilip okumaya çalıştım, ama kelimeler belirsizdi, bazıları mürekkep lekeleriyle dağılmıştı. Belki bir mektuptu, belki de tamamlanmamış bir düşünceydi.

Gözüm pencerenin önündeki sandalyeye takıldı. Oraya oturup dışarıyı izlemek istedim. Yavaşça oturdum ve derin bir nefes aldım. Dışarıda hâlâ yaşam vardı. Çocuklar oynuyor, bir adam yürüyordu. Rüzgâr hafifçe esiyor, uzaklardan bir satıcının sesi duyuluyordu.

Ama içerisi... Burası tamamen farklıydı. Duvarlarda bir yalnızlık vardı. Her şey, burada geçirilen günlerin, belki de bitmeyen gecelerin izlerini taşıyordu. Gözlerimi kapattım ve buraya ait olmayan birisi gibi hissettim. Sanki bu oda, yabancıları kabul etmeyen bir sırra sahipti.

Tam o sırada, içeriden hafif bir öksürük sesi geldi. Bir an donakaldım. Sessizliği bozan bu ince ses, buranın sadece geçmişten ibaret olmadığını, hâlâ bir yaşamın içinde olduğunu hatırlattı.




Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Edebiyat Ellerime Kar Yağıyor Betimleme

Ders İçi Çalışma Sayfa 88-89